Entelektüel Bir Kimlik İnşasında “Mevlevihâneler” Yeniden Rol Alabilir mi? | Murat Özer

    20 Haziran 2022 Pazartesi
Entelektüel Bir Kimlik İnşasında “Mevlevihâneler” Yeniden Rol Alabilir mi? | Murat Özer

Şüphesiz Hz. Pîr Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin aşk ve ilimle yoğrulmuş örnek hayatını taklid-tahkik aralığında meşk etmiş, bu coğrafyanın en önemli sosyal ve dinî organizasyonlarından birisi olan Mevlevilik, Selçuklu'dan Osmanlı'ya Anadolu kültür birikiminin en önemli yapı-taşlarından birisi olmuştur. Son derece kişisel ve spesifik bir ilgi gerektiren sûfî geleneğin Belh şehrinden uzanan yolculuğu, Anadolu'da gördüğü ilgi, dünya tarihindeki en geniş kapsamlı bir mistik-kültürel etkileşimin başlangıcıdır, denebilir. Yaşadığı coğrafyanın birikimini kabından taşan bir su misali Trablusşam'dan Hama'ya, Saraybosna'dan Kahire'ye ve hatta Kırım'a kadar aktarmış olan Mevlevîlik, gittiği yerlerde inşa ettiği Mevlevîhaneler ile bir kültür ikonu olarak yüzyıllarca varlığını sürdürmüş ve derin tesirler bırakmıştır. İddialı bir cümle olarak söylenebilir ki, Mevlevihane kurulmuş şehirlerin kültürel birikimi, İslami tevazunun anlaşılmasındaki seviyesi, bu teşekkülden mahrum olan şehirlerin yanında kendisini açıkça belli eder. Binlerce dervişle ve kurduğu organizasyonla Mevlevîler bulundukları şehir için bir ilham ve ilim kaynağı olmuşlardır. Sosyal ve ilmî alanın ötesinde bu teşekküllerin bölgenin kültür ve sanat hayatındaki rolü başlı başına bir yazı konusudur. Bu yazıda bunların hepsini bir potada eritmek adına "entelektüel bir kimliğin" sınırları bizim için daha sonuç odaklı bir analiz olabilir. 

 

Yüzyıllar içerisinde Mevlevihanelerin bulunduğu bu geniş coğrafya pek çok badireler atlamış, kimi zaman sürgünler ve Osmanlı'nın toprak kayıpları ile acılı günler geçirmiş, kimi zaman ise siyasetin gündelik ilişkilerinde büyük zararlar görmüştür. Fakat bir gelenek olarak kültürel ve sosyal üretimini hiç aksatmadan yüksek bir vazifeyle yerine getirmeye devam etmiştir. Bulunduğu bölgenin bir dominant kültür-sanat lokomotifi olmuş Mevleviliğin bu yüksek özelliği şüphesiz insan odaklı tedrisatının bir başarısıdır. Asaf Halet Çelebi'nin sözüyle; "Sanat tarihimizin hiçbir şubesi yoktur ki onun en seçkin simaları arasında temiz yüzlü asil tavırları ve zarif giyinişleriyle bir Mevlevî görünmesin."

 

Mevlevîlik kültürünün, bulunduğu coğrafyadaki irfâna ve özellikle de birinci dereceden insan iletişim enstrümanı olan dile kattığı ruh son derece önemlidir. Bir insanın tasnif edemeyeceği geniş bir spektrum taşıyan bu alanın içerisindeki sayısız örnek, bugün hala bizleri yoğun biçimde kodlamaktadır. Mevlevihanelerin, bulunduğu coğrafyayı sosyal ve kültürel aydınlattığı su götürmez bir hakikattir.

 

Toprak kazanan Osmanlı'nın yerleşmesinde büyük rol oynamış bu büyük tarikat geleneği gerileme ve toprakların kaybedilmesi döneminde de en büyük travmayı yaşayan kurumlardan birisi olmuştur. Son yüzyıla girildiğinde birinci dünya savaşının en aktif sufi hareketlerinden birisi konumundaki Mevleviliğin yeni rejimin varlığı ve sürdürülebilirliği konusunda da "ya devlet başa..." misali aldığı milli tavır bugün etkisini hâlâ göstermektedir. Fakat ne acıdır ki kuruluşuna hizmet ettiği bu yeni yapı kendisini sorunlu organizmalarla bir kefeye koymuş, bununla da kalmayarak gelecekte bir "rakip" potansiyelinde içselleştirmiştir. Mevlevihanelerin yeni yüzyıldaki son dönemeçleri aslında geleceğin planlamasında iyi bir ibret tablosu olarak yer almaktadır.  

 

Yeni Türkiye'de Bir Mevlevihanenin İnşası?

 

Unutulmamalıdır ki büyük bir yıkım yaşamış bu sufi hareketin son yüzyıl hikayesini anlamak için Mevlevihanelerin ve Mevlevilik mensubu büyük sosyal kitlenin, kendilerini yer altına iten hikâyeyi naklederek konuya başlamak gerekiyor. Cumhuriyetin ilanı ve Mevlevihanelerin kapatılması süreci olarak özetlenebilecek bu zaman dilimi bitişten önceki son virajda kişi ve kurumların birbirlerine olan tavırlarının bir medeniyetin geleceği hakkında neler yapabileceği açısından da önemlidir.

 

TBMM'de Yozgat ve Kastamonu milletvekilliklerinde bulunmuş ve Mesnevî'nin tamamını Türkçeye çeviren Veled Çelebi'nin şeyhliği sırasında 1925'te çıkarılan Tekke ve Dergâhların Kapatılması Kanunu ile ülkedeki bütün tekkeler gibi misâk-ı milli sınırları içerisinde kalan bütün Mevlevihâneler derin bir sessizliğe bürünmüşlerdir. Abdülhalim Çelebi vefatından önce bu gelişmeleri siyaset sahnesinde koklamış olacak ki, oğlu Mehmed Bâkır Çelebi'yi Halep'teki Mevlevîhâneye "şeyh" olarak atamıştır. Tekkelerin kapatılmasından sonraki süreçte bu karar büyük bir fonksiyon kazanmış, Mevlevîliğin resmî merkezi Suriye Devleti tarafından lağvedildiği 1944 tarihine kadar Halep Mevlevîhânesi olmuştur. Mehmed Çelebi Halep vazifesindeyken usulü gereğince siyaset üstü bir entelektüel bakış açısı ile Mevlevîliğe hizmet etmiş, fakat milli konularda da aksiyon almaktan çekinmemiştir. Hatay'ın anavatana katılması hususunda büyük gayretler göstermiş; bu yüzden Suriye'de işgalci konumundaki Fransız rejiminin tepkisini çekmiştir. Bir bahane ile casuslukla itham edilmiş; bir aile ziyareti için gittiği İstanbul seyahati bahane edilerek bir daha Suriye'ye geri dönmesine izin verilmemiştir. Halep'teki Mevlevîhânenin vazifesine kardeşi Vahid Çelebi vekâlet etse de, Çelebi'nin 1943 yılında İstanbul'daki vefatından sonra Suriye Hükûmeti onun resmî makamını onaylamamıştır. Bu siyaset üstü kurumların dönemin hunhar idarecilerinden kurtulamaması konusundaki son olay ise daha acıdır. 1944 yılında Suriye rejimi Halep Mevlevîhânesi'ni kapatılarak bu makamın resmen sona ermesi sağlanmıştır.

 

2000'li yıllar ve Mevlevilik

 

Sessiz ve sedasız geçen bu 50 yılın ardından Mevlevihaneler ve Mevleviler derin sessizliklerinden çeşitli konjonktürel olayları fırsat bilerek kısmen kurtulmayı başardılar. Başta oryantalistler olmak üzere dünyanın ilgiyle takip ettiği Hz. Mevlânâ ve onun ardından kurulan bu devasa yapı kendi coğrafyasında "genele yayılacak şekilde" ancak konuşulmaya ve tartışılmaya başlanabilmişti. Tabii ki akademik anlamda bu dönemin öncesindeki sessiz ve kendi köşesindeki Mevlevîlerin ve Mevlevî muhiplerinin hizmetlerinin bu fırsatın değerlendirilmesinde büyük bir kaynak olduğu muhakkaktır. Dolayısıyla 2000'li yıllara gelene kadar son yüzyıldaki Mevlevîlerin gayretkeşliği hayırla yâd edilmelidir.

 

İktidarın başta Şeb-i Arus etkinliği olmak üzere Mevlevilik ile ilgili temel dinamiklere katkı sağlaması ve sahip çıkması bu tarihi sürecin şahit olduğumuz son dönüm noktasıdır. Genel olarak Türkiye'deki tasavvuf konusundaki çalışmaların ilerlemesi ve uluslararası bir boyut kazanması iki yönlü bir fayda sağlamıştır, denebilir. Mevlevilik akademik anlamda büyük bir birikim olarak çalışanların kariyerlerine eşsiz bir hazine kapağı gibi tüm unsurları önüne sermiştir. Bu konudaki son etkili aşama ise başta İstanbul olmak üzere Anadolu'da ve hatta şu anda Türkiye sınırları dışarısında kalmış Mevlevihanelerin ihyâsıdır. Özellikle Kasımpaşa Mevlevihanesi'nin de tamamlanmasıyla İstanbul'un tarih sahnesindeki tüm binaları yeniden imar edilmiş olacaktır. Bu vesile ile bu hizmetlere vesile olanlara şükranlarımızı arz etmekle birlikte, bu binaların fonksiyonel açıdan da amacına daha uygun kullanılması pratiğini kazanmamız gerektiğini düşünerek bir özeleştiride de bulunmak gerekiyor. 

 

Rol-Model?

Şunu biliyoruz ki dildeki kısırlaşmadan, müzikteki erozyona, zevk-i selîmin kaybından, hoşgörüsüzlüğe uzanan derin bir sosyal hastalık listesine sahibiz. Tüm dünyanın ismini duyduğunda bir fikir sahibi olduğu en azından ismi ile bir yerde en az bir kere karşılaştığı Hz Pîr'in ve bıraktığı manevi mirasın bizim coğrafyamızda son yüzyılda hızla belirginliğini yitirmesi ve kendisini yer altına gömmesi hiç bir mantıkla izah edilemez. İşin en acı kısmı da şudur ki medeniyete yön vermiş Mevlevilik bugün seküler entelektüelizm başta olmak üzere pek çok fikrî yapı elinde ve hatta bazen yerli ve milli İslamcılık içerisinde bile bir enstrüman yada sos olmaktan öteye gidemiyor. Son derece sismik bir örnek vermek gerekirse, bir konuşma esnasında dünyanın en nazik fonetik tamamlayıcılarından birisi olan "Ya Hû" demenin bile bir "yobazlık" durumu olarak alt belleğe işlenmesi, konunun anahtarı olarak yeterli. Şöyle bir müşahhas örnek daha vermek gerekirse acaba her sene inanç turizmi bağlamında "organize" ettiğimiz Şeb-i Arûs'u bir de "yaşanabilir bir tercih" olarak sunabilseydik ortaya nasıl bir entelektüel sonuç çıkardı. Zarafeti ve entelektüel seviyesi ile bir "Mevlevî"ye ihtiyacımızın olduğu muhakkaktır.

 

Kısacası bir kültür prototipi olarak incelemek ve örnek alınmak adına "Mevleviler" ve be-tahsis ise Mevlevihaneler aslî vazifesine hasretle bekleniyor ves-selâm...

 

Açık Medeniyet Gazatesi, Aralık, 2019.

HABER ARŞİVİ İÇİN TIKLAYINIZ